22 Ekim 2015 Perşembe

GİRİŞ

BENZER ESERLERİ GÖRÜNTÜLEMEK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ-1 --- TIKLAYINIZ-2 
 ...Biz Kitabı sana, her şeyin
açıklayıcısı, müslümanlara bir
hidayet, bir rahmet
ve bir müjde olarak indirdik.
(Nahl Suresi, 89)

Tüm insanlara gönderilmiş olan Kuran’ın insan hayatına sunduğu güzelliklerden haberdar mısınız? Allah’ın tüm insanlara gönderdiği Hak Kitap’ı ne kadar tanıyorsunuz? 
Kuran’da insanlara, neden yaratıldıkları, ne amaçla var edildikleri, bu amaç doğrultusunda nasıl yaşamaları gerektiği, kulluk görevini ne şekilde yerine getirecekleri ve bunu yaptıkları ya da yapmadıkları takdirde kendilerini nasıl bir sonun beklediği bildirilir. İnsanlar, güzele, doğruya, temize ve ebedi mutluluğa çağrılır. Kuran, Allah’ın kullarına bir rahmet, bir hidayet, bir rehber olarak yolladığı Hak Kitap’tır. Allah Kuran’ın bu özelliklerini pek çok ayetinde bildirir:

Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kuran) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)

Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir kitaptır. (Bakara Suresi, 2)

Kuran, her döneme hitap eden bir kitaptır. Kuran’da insanın yaşamı boyunca ihtiyaç duyacağı ana konuların tümü mevcuttur. İbadetler, Müslümanda olması gereken ruh hali, güzel ahlak, ani durumlar ve zor anlardaki güzel tavır, bedenen ve ruhen sağlıklı yaşamanın yolları, ölüm anı, hesap gününde yaşanacak olan olaylar, ardından insanları bekleyen cennet ve cehennem, Allah’ın kullarına gönderdiği bu kitapta yazılıdır.
Kuran, hükümlerin ve güzel ahlaka dair bilgilerin yanısıra insanın tüm yaşamına yönelik tavsiyeler, işaretler içeren, çeşitli insan karakterlerini tanıtan ve bunun gibi pek çok konuda müminlere yol gösteren bir kılavuzdur. Allah bir ayetinde Kuran’ın bu özelliğini şu şekilde vurgulamıştır:

...Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)

Kuran’a uyan ve ayetlerde bildirilen tavsiyeler doğrultusunda yaşam sürenler ise yalnızca müminlerdir.

Allah insanı yaratmış ve Kendi Katı'ndan göndermiş olduğu Kuran vasıtasıyla ona, her konuyla ilgili en faydalı çözümleri açıklamış, ihtiyaç duyacağı her türlü yol gösterici bilgiyi vermiştir. Dolayısıyla herhangi bir konuyu incelerken, Allah’ın ayetlerine ve ayetlerin gösterdiği düşünce metodlarına göre davranmak esastır. Bir insan ne kadar tecrübeli olursa olsun veya ne kadar yüksek bir kültür seviyesine ulaşırsa ulaşsın, bilgisi yine de sınırlı kalır. Çünkü tüm bilgi Allah’a aittir, insan ancak O’nun dilediği ve takdir ettiği kadar bilgiye sahip olabilir.

(Melekler) Dediler ki: “Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32)

Bu sebeple, dünya hayatında güzel bir yaşam sürmek isteyen kişi, herşeyin en doğrusunu bilen ve herşeyin yaratılışı Kendisi’ne ait olan Allah’ın indirdiği Kuran doğrultusunda bir yaşam tarzını benimsemelidir. Bu sayede kişi, düşünen ve Allah’tan korkan insanlara mahsus olan “akıl”a sahip olur, son derece şerefli bir hayat yaşar, mutlu ve huzurlu olur, hepsinden önemlisi böyle bir kişinin yaşamının büyük bir anlamı olur ve daha bunlar gibi türlü güzellikleri birarada yaşar. Yapması gereken yalnızca, Allah’a ve Kuran’a tam bir teslimiyet içerisinde olmak, bununla birlikte Kuran’ın emir ve tavsiyelerini ve bunların altında gizlenen incelikleri araştırmak, görmek ve hayata geçirmektir.

Bu çalışmadaki amaç, Kuran’ın işaret ettiği manaları ele almak, bunlarda insan hayatı için faydalı olan noktalara dikkat çekmektir. Bunun yanısıra Kuran ile düşünmenin, Kuran’a göre davranmanın ve hayatı Kuran doğrultusunda yaşamanın ne şekilde olacağının kavranmasına vesile olabilmektir.




KURAN’DA İŞARET EDİLEN GÜZEL DAVRANIŞLAR


İnanan bir insanın ruh halini, tavırlarını, üstün ahlakını Allah pek çok ayetinde tarif etmiştir. Müminlerin içlerinde taşıdıkları Allah korkusu, hiçbir kuşkuya yer vermeyen kuvvetli imanları, daima Allah’ın rızasını aramaları, her olayda Rabbimize güvenip dayanmaları, tevekkülleri, kararlılıkları, şevkleri, ahirete kesin bilgiyle inanmaları, güvenilir olmaları ve bunlar gibi sahip oldukları pek çok üstün özellik Kuran’da bildirilmiştir. Ayrıca Allah’a iman eden bir insanın adaleti, şefkati, alçak gönüllülüğü, itidali, sabrı, Allah’a teslimiyeti, boş sözden yüz çevirmesi ve bunlar gibi pek çok ahlaki özelliği de ayetlerle övülmüştür.
Kuran’da, detaylarıyla tarif edilen mümin modelinin yanısıra, geçmiş dönemde yaşamış müminlerin hayatları, onların davranışları, konuşmaları ve olaylara gösterdikleri tepkilerden, Allah’a ettikleri dualardan verilen örnekler de vardır. Allah bu örneklerle, müminler için beğendiği tavırlara dikkat çekmiştir.

Kuran’dan uzak bir toplumun (cahiliye toplumu) bakış açısıyla değerlendirildiğinde, makbul olan davranışlar zamana, şartlara, kültürlere, geleneklere, olaylara ve kişilere göre değişkenlik gösterebilir. Ama Kuran’a uyan bir insan için, zaman, mekan, ortam ya da şartlar ne kadar değişirse değişsin, ideal mümin modeli değişmez. İmanlı bir insan her zaman Allah’ın Kuran’da tarif ettiği ve işaret ettiği doğrultuda davranarak güzel tavırlar sergiler. 
Bu bölümde, Allah’ın ideal olarak gösterdiği tavırlardan örnekler verilecektir. Ancak Kuran’da çok geniş bir biçimde anlatılan tüm mümin özelliklerine değil, bu güzel ahlak özelliklerini detaylandıran inceliklere ve “gizli mesajlar” şeklinde bildirilen hikmetlere dikkat çekilecektir. 

Temizlik Anlayışı

Temizlik, Allah’ın bir hükmüdür ve müminlerin ruhlarına ve yaratılışlarına en uygun olan davranış şeklidir. Bu nedenle bir ibadet olarak uyguladıkları temizlik, müminlere bir yandan da çok büyük bir zevk ve rahatlık verir. Allah müminlerin maddi ve manevi her yönden temiz olduklarına pek çok ayetinde dikkat çekmiştir. Kuran’da müminlerin temizliği ile ilgili dikkat çekilen detaylardan bazıları şunlardır:

Ruhta Yaşanan Temizlik

Kuran’da dikkat çekilen temizlik anlayışı, cahiliye toplumunun bu konudaki kavrayışından ve uygulamalarından oldukça farklıdır. Kuran'a uygun bir temizlik öncelikle ruhta yaşanır. Kuran’a uygun olmayan tüm ahlak özelliklerinden, tüm mantık örgülerinden ve yaşam tarzından tam anlamıyla uzaklaşıp arınmak, kişiye manevi bir temizlik sağlar.
Temizliğin bu ilk aşaması akılda meydana gelen açıklık ve berraklık ile kendini gösterir. Kuşkusuz bu son derece önemli bir özelliktir. İnsanlar ruhlarında yaşadıkları arınmışlığı maddi ve manevi olarak hayatlarının her safhasına taşır ve bu şekilde de ahlaklarında oluşan temizliği dışa yansıtmış olurlar. 

Manevi temizliğe sahip olan bir insan, aklından ve vicdanından her türlü kötülüğü uzaklaştırmıştır. Kuran’dan habersiz kimselerin son derece normal karşılayarak yaşadıkları kin, kıskançlık, zalimlik, bencillik gibi birtakım çirkin özellikleri ruhunda asla yaşamaz. Yüksek bir ahlaka özendiği için, yüksek bir ruha sahiptir. Bu nedenle müminler sadece dış görünümlerine değil, içlerinde yani ruhlarında yaşadıkları temizliğe de önem verirler. Cahiliyenin bütün pisliklerinden arınmış bu davranış şeklini kendileri yaşadıkları gibi etraflarında da yaşatmaya çalışırlar.

Fiziksel Temizlik

İnanan bir insanın dünyada oluşturmak istediği ortam cennet ortamının benzeridir. Allah’ın cennette olacağını vaat ettiği herşeyi müminler dünyada da mümkün olduğu kadar yaşamaya çalışırlar. Nitekim cennetle ilgili haber verilen detaylardan biri de oradaki insanların fiziksel temizlikleridir. Cennete bulunan insanlardan söz eden ayetlerde onların “…sanki (her biri) ‘sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl” oldukları haber verilmiştir. (Tur Suresi, 24) Ayrıca cennette insanlar için “tertemiz eşler” bulunduğu da pek çok ayetle müjdelenmiştir. (Bakara Suresi, 25)

Kuran’da Allah Hz. Yahya için “… temizlik (de verdik)…” diyerek müminlerin temizliğine dikkat çekmiştir. (Meryem Suresi, 13) 

Kılık-Kıyafet Temizliği, Bakımı

Kuran’da yalnızca, müminlerin beden temizliğine değil, üzerlerine giydikleri kıyafetlerin de temiz olmasının gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Ayette şöyle bildirilmektedir:

Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp uzaklaş. (Müddessir Suresi, 4-5)

Temizlik ve bakım konusunu önemli kılan bir başka yön de, kişinin hem kendisine hem de müminlere olan saygısını yansıtmasıdır. Duyduğu bu derin saygı, itinayı da beraberinde getirir. Mümin sadece pislikten kaçınmakla kalmaz, içinde yaşadığı derin saygıyı vurgulayan incelikler de sergiler. Örneğin bir insan çok temiz bir kıyafet giyerek de karşısındaki insana olan saygısını gösterebilir. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının... (Araf Suresi, 31)

Bu ayetten de anlaşıldığı gibi müminlerin daima temiz ve bakımlı olmaları ve her konuda olduğu gibi en iyisini aramaları Allah’ın beğendiği bir tavırdır. Aksi bir hal ancak cahiliye toplumunun insanlarına özgüdür. 

Burada unutulmaması gereken önemli bir nokta vardır. İnsanlar genellikle toplum içinde önemli gördükleri kişilerin karşısında bakımlı olmayı, kendilerini beğendirmeleri gereken ortamlarda kendilerine özen göstermeyi tercih ederler. Oysa mümin, Kuran ahlakının gereği olarak başkaları için değil, Allah’ın beğendiği bir tavır olduğu ve kendisinin de doğal olarak en rahat ettiği tavır bu olduğu için temizliği ve bakımı uygulamaktadır.
Mümin cennete layık görülen bir insandır ve dünyada da cennetteki temizliği, güzelliği gerek kendi üzerinde gerekse çevresinde oluşturmaya çalışır.

Yaşanan Yerlerin Temiz Tutulması

Kendilerini ve giyimlerini temiz tutan müslümanlar, aynı şekilde yaşadıkları ortamların düzenine de son derece titizlik gösterirler. Kuran’da bu konuda verilen örneklerden birisi Hz. İbrahim ile ilgilidir. Allah Hz. İbrahim’e Kabe’yi, orada ibadet edecek olan müminler için temiz tutmasını emretmiştir:

Hani Biz İbrahim’e Evin (Kabe’nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) “Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut. (Hac Suresi, 26)

Ayetin ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Allah bu temizliğin öncelikle o mekanı kullanacak ve orada Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla ibadet edecek olan kimseler için yapılmasını bildirmiştir. Bu nedenle Hz. İbrahim’den sonra gelen tüm müminler de aynı onun uyguladığı gibi, Allah’ın bu buyruğu doğrultusunda, müminlerin yaşadığı mekanları temiz, estetik ve göze en hoş gelecek şekilde muhafaza etmelidirler.

Üstelik Kuran’da bildirilen temizlik anlayışı cahiliye toplumlarında yaşanandan çok farklıdır. Allah müminlerin maddi ve manevi, her yönden “tertemiz” olmalarını ister. Yani müminlerin yaşadığı klasik anlamda bir temizlik değil, çok detaylı, ince ince düşünülerek yapılan bir temizliktir. 

Kuran’da cennet hayatına ilişkin olarak yapılan tasvirler de, müminler için bu konuda yol göstericidir. Cennet ortamı, dünyada karşılaşılan her türlü kirden arındırılmış, her detayın kusursuz bir düzen ve uyum içerisinde bulunduğu, güzelliklerle dolu, tertemiz bir mekan olarak anlatılır. İşte müminler de bu tasvirler doğrultusunda, dünya şartlarında sahip oldukları imkanlarla cenneti andıracak mükemmellikte ortamlar oluşturmak için çaba harcarlar. Bu çaba, müminlerin cennete olan özlemlerinden kaynaklanır.

Yiyeceklerin Temiz Olması

Müminlerin, bu ahlaklarının bir gereği olarak titizlik gösterdikleri bir başka konu da yiyeceklerin temiz olanlarını seçmeleridir. Bu, Allah’ın Kuran’da müminler için bildirmiş olduğu bir emridir. Bu konuya dikkat çeken pek çok ayetten birkaçı şöyledir:

Size rızık olarak verdiklerimizin temizinden yiyin (dedik)... (Bakara Suresi, 57)

Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 168)

Allah müminlerin temiz yiyecekleri seçtiklerine Ashab-ı Kehf’ten bahsettiği kıssada da işaret etmiştir. Ayetlerde Kehf ehlinin alışverişte temiz yiyeceklere yöneldiği şöyle haber verilmiştir:

… Dediler ki: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin… (Kehf Suresi, 19)

Bu konu, “Kuran’da tavsiye edilen yiyecekler” bölümünde daha geniş bir biçimde incelenecektir. 

Hareket Etmenin, Yıkanmanın ve Su İçmenin
Sağlık Kazandırıcı Yönü

Kuran’da dikkat çekilen davranışlardan biri de, Hz. Eyüp’e gelen bir vahyi anlatan ayetlerde gizlidir:

Kulumuz Eyyub’u da hatırla. Hani o: “Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azap dokundurdu” diye Rabbine seslenmişti. “Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su,” diye vahyettik). (Sad Suresi, 41-42)

Hz. Eyüp’e şeytanın vermiş olduğu sıkıntı ve rahatsızlığa karşılık Allah’ın bildirdiği tavsiyelerden biri “ayağını depretmesi”dir. Ayette geçen bu ifade hareket etmenin, spor yapmanın faydalarına işaret ediyor olabilir.

Spor esnasında, özellikle bacak kasları gibi uzun kasların hareket ettirilmesi (izometrik hareketler) ile kan dolaşımı hızlanır, hücrelere giden oksijen miktarında artış olur. Bunun sonucunda kişinin üzerindeki bitkinlik yok olur, toksit maddelerin vücuttan atılmasıyla da kişi dinçleşir. Aynı zamanda vücut mikroplara karşı çok daha dirençli bir hale gelir. Düzenli egzersiz yapan kişiler geniş ve temiz damarlara sahip olurlar. Bu da damarların tıkanmasını, dolayısıyla kalp hastalıklarını önleyici etki yapar. Ayrıca düzenli yapılan egzersiz, kan şekerinin dengesini sağlayarak şeker hastalığını önleyici rol oynar. Sporun karaciğer üzerindeki olumlu etkileri, “iyi kolesterol” diye adlandırabileceğimiz kolesterol seviyesini yükseltir.

Ayrıca ayakların çıplak olarak yere vurulması vücutta birikmiş statik elektriğin boşaltılmasında çok etkili bir yöntemdir. Bu yöntem vücut için bir nevi topraklama vazifesi görür.
Bunun yanında ayette dikkat çekildiği gibi yıkanmanın da vücuttaki statik elektriğin atılmasında en etkili yöntem olduğu bilinmektedir. Yıkanmayla birlikte vücutta oluşan fiziksel temizliğin yanında gerilim ve sıkıntı da azalır. Bu nedenle yıkanmak, hem stres hem de ateşli hastalıklar başta olmak üzere, birçok fiziksel ve psikolojik rahatsızlık üzerinde iyileştirici etkiye sahiptir. 

Ayette, yıkanmaya ek olarak bir de su içilmesi tavsiye edilmiştir. Suyun vücudun her organı üzerinde oluşturduğu faydalar gözardı edilemeyecek kadar fazladır. Ter bezleri, mide, bağırsaklar, böbrekler, cilt ve bunlar gibi daha pek çok organın sağlığı, suyun vücuda yeterli miktarda alınmasına bağlıdır. Bu konuda meydana gelebilecek bir rahatsızlığın telafisi de yine suyla yapılan takviye ile mümkün olur. Bitkinliğin, yorgunluğun ve uyku halinin aşılması da yine vücuttaki su miktarının artırılması ve böylece düzenli olarak toksit maddelerden arınılması sağlanarak gerçekleşir.
Her biri beden ve ruh sağlığımız için hayati önem taşıyan bu tavsiyelerin birarada uygulanması ise, en ideal sonucu verecektir. 

Kuran’da Tavsiye Edilen Yürüyüş Modeli

Kibirli insanlar kendi üstünlük iddialarını ne kadar fazla vurgularlarsa, toplum içerisinde o kadar çok takdir toplayacaklarını zannederler. Bunun için yürüyüş, konuşma, bakış gibi hareketlerinde abartılı ve dikkat çekici tavırlara başvururlar. Söz konusu insanların özellikle yürüyüş şekillerinde bu iddianın izlerini görmek mümkündür.
Allah, Kuran’da böbürlenerek yürümenin çirkin bir davranış olduğuna, Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğütleri anlatan ayetlerde dikkat çekmiştir:

İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18) 

Bir başka ayette de müminler böbürlenerek yürümekten şöyle sakındırılırlar:

Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra Suresi, 37)

Allah bu ayetleriyle büyüklük taslayıp böbürlenen insanları sevmediğini bildirmiş ve böyle bir tavırdan sakınmayı hatırlatmıştır. Unutmamak gerekir ki Şeytan’ın Allah’ın huzurundan kovulmasının nedeni, onun kibiridir. Kendisinin, tüm diğer yaratılmış varlıklardan üstün olduğu iddiasında bulunmuştur. Bunu düşünen bir müminin ise, şeytanın taşıdığı kibiri andıracak herhangi bir tavrı göstermesi mümkün değildir. 
Hiç kimse kibirli insanlardan ve onların yanında bulunmaktan hoşlanmaz. Böbürlenerek yürüyen ve üstünlük iddiasında bulunan bir kimsenin de, aslında tüm insanlar gibi çeşitli eksikliklere ve acizliklere sahip olan sıradan bir insan olduğu herkes tarafından bilinir. Dolayısıyla kibirli insanlar büyüme arzusu içinde oldukları halde amaçlarına ulaşamaz, aksine küçük ve gülünç durumlara düşerler.
Kuran’da, bir yandan böbürlenerek yürümekten sakınmaya dikkat çekilirken, bir yandan abartı ve gösterişten uzak bir yürüyüş şekli tavsiye edilmiştir. “Yürüyüşünde orta bir yol tut...” ayetiyle, Allah mütevazi bir yürüyüş şeklinin doğru olduğunu haber verir. (Lokman Suresi, 19) Mütevazi olan insan Allah’ın emrine uyarak, tüm tavırlarında olduğu gibi yürüyüşünde de orta bir yol tutmakla Allah Katı'nda da, müminlerin gözünde de makbul bir konuma gelir.

Allah’ın Tavsiye Ettiği Ses Tonu 

Bir insanın olumlu ve dengeli bir karakter yansıtmasında, yürüyüşü kadar kullandığı ses tonu da önemli bir yer tutar. Sesin olumlu ya da olumsuz yönde kullanılabilmesi tamamen kişinin sahip olduğu ahlakla doğru orantılı bir konudur. Allah’ın mümin kullarına bu konudaki tavsiyesi, Kuran’da Hz. Lokman’ın ağzından şöyle aktarılır:

“… Sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.” (Lokman Suresi, 19) 

Ayetteki örnekte bahsedildiği gibi, bağırarak konuşan bir insanın karşı tarafta oluşturduğu etkinin olumlu olması beklenemez. Yüksek bir sesle, bağırarak konuşmak hem yorucu, hem de rahatsızlık verici bir tavırdır. Allah böyle bir sesi eşek sesine benzeterek bu konuya dikkat çekmiştir.

Ancak burada bir konuya daha değinmek gerekir. Burada söz konusu olan sesin kullanılış şeklidir. Kulağa hoş gelebilecek bir ses bile, kötü bir ahlak ile birleştiğinde son derece itici ve rahatsız edici olabilirken çok güzel olarak nitelendirilemeyecek bir ses, Kuran ahlakı ve ruhu ile çok olumlu bir şekil alabilir. Örneğin güzel bir ses, sinirli ve kibirli bir kimsenin kullanımında itici ve dayanılmaz bir şekil alır. Böyle bir kişi çevresi ile sürekli olarak bir çatışma halinde olduğu için hayatı şikayet etmekle, tartışmakla geçer. Bu nedenle de sesi, bu negatif karakterin etkisi ile çirkinleşir. 

Bunun yanında, pozitif bir karakter içerisinde olan bir kimse, çok güzel olmayan, sıradan bir sese dahi sahip olsa, bu kesinlikle göze batmaz ve gösterilen ahlakın etkisiyle kulağa hoş gelir. Güzel ahlaklı bir müminin herşeyden önce, her tavrı asil, nezaketli, alçak gönüllü, barışçı ve çözümcüdür. Hayata olan olumlu bakış açısı nedeniyle son derece canlı, neşeli ve hareketlidir. İşte ancak Kuran ahlakının yaşanmasıyla ortaya çıkabilecek olan bu mükemmel yapı, kişinin sesine de yansır. 

Nezaket Anlayışı

Kuran’da işaret edilen konulardan biri, müminlerin son derece nezaketli olmalarıdır. Ancak bu nezaket anlayışı, halk arasında bilindiği şeklinden oldukça farklıdır. Her insanın ailesinden, çevresinden öğrendiği ve daha sonra da eğitimine, kültürüne göre şekillenen bir nezaket anlayışı vardır. Ancak bu, toplumun her kesimine ve her kültür yapısına göre değişiklik gösterir. Kuran ahlakıyla kazanılan nezaket anlayışı ise bunların tümünün üzerindedir. Herşeyden önce böyle bir nezaket anlayışı kişilere, ortama ve şartlara göre değişmez. Kuran’ın nezaket anlayışını yaşayan mümin, karşısındaki insanı hataları olsa da Allah’ın bir kulu olarak görür ve konuşma üslubu, davranışları son derece nezaketli olur. İnsanlara karşı patavatsız bir tavır göstermekten, her türlü kabalıktan, nezaketsizlikten uzak durur. Allah Kuran’da insanlara karşı iyilikle davranmayı, güzel söz söylemeyi teşvik etmiştir:

Hani İsrailoğullarından, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin” diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hala) yüz çeviriyorsunuz. (Bakara Suresi, 83)

Kuran’da haber verilen nezaket anlayışının asıl dikkat çeken özelliği bunun kayıtsız şartsız yaşanıyor olmasıdır. Pek çok olumsuzluk biraraya gelse de; hastalık, yorgunluk, zorluk söz konusu olsa da; karşısındaki insan zengin, fakir ya da esir olsa da mümin güzel ahlaktan, nezaketten taviz vermez. Allah bu yüksek ahlakı müminlere aynı ayette şöyle öğütlemiştir: 

... anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin... (Bakara Suresi, 83)

Kuran’a göre, nezakette titiz olunması gereken noktalardan biri de anne ve babaya karşı olan tavırlardır. Allah onlara karşı iyilikle davranılmasını emrettikten sonra bu konuda nasıl bir hassasiyet gösterilmesi gerektiğini de şöyle tarif etmiştir: 

Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. (İsra Suresi, 23)

Görüldüğü gibi iyi davranış emredilmekle beraber insanlara bu konuya hassasiyet göstermeleri için de detaylı bir örnek verilmiştir.
Anne-babaya saygı ve hürmet göstermenin önemi Kuran’da Yusuf Suresi’nde çarpıcı bir örnekle vurgulanmıştır. Kardeşlerinin kendisini küçük yaşta iken bir kuyuya atması üzerine ailesinden uzun zaman ayrı kalan Hz. Yusuf, yıllarca zindanda kaldıktan sonra Allah’ın kendisine olan yardımı sayesinde, Mısır’ın hazinelerinin başına getirilmiştir. Ve bunun ardından da ailesini Mısır’a kendi yanına getirtmiştir. Yusuf peygamberin uzun bir aradan sonra anne ve babasıyla olan ilk karşılaşması Kuran’da şöyle anlatılır:

Böylece onlar (gelip) Yusuf’un yanına girdikleri zaman, anne ve babasını bağrına bastı ve dedi ki: “Allah’ın dilemesiyle Mısır’a güvenlik içinde giriniz.” Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu... (Yusuf Suresi, 99-100)

Ayette bildirildiği gibi Hz. Yusuf önemli bir makama sahip olduğu halde, anne ve babasına karşı son derece tevazulu bir tavır sergilemiştir. Onları kendisine ait olan tahta çıkartıp oturtarak da kendilerine duyduğu saygı ve sevgiyi ifade etmiştir. Hz. Yusuf bu tavırlarıyla hem kendi güzel ahlakını hem de annesine ve babası Hz. Yakup’a duyduğu saygı ve hürmeti göstermiştir. 

Kuran’da İşaret Edilen Misafir Ağırlama Adabı

Kuran ahlakını benimsemiş bir mümin için misafir ağırlamak değerli bir ibadet ve güzel ahlakın ortaya konulabileceği fırsatlardan birisidir. Bu nedenle müminler, çoğu cahiliye insanının aksine misafiri güzellikle karşılarlar.
Cahiliye toplumunda misafir, çoğu kişi tarafından genellikle maddi ve manevi bir külfet olarak algılanır. Çünkü insanlar bu ağırlamayı Allah’ın rızasını kazanacak ya da güzel ahlak sergileyecek bir ortam olarak değil, toplumsal bir gelenek ya da sosyal bir zorunluluk olarak yerine getirirler. Bu konuda ancak ve ancak menfaat sağlama ihtimali onlar için şevklendirici olur. 

Bu konuda Kuran’da dikkat çekilen noktalardan biri, misafire sunulacak olan manevi güzelliğe ilişkindir. Mümin, ağırlayacağı kimselere öncelikle saygı, sevgi, huzur ve güleryüz sunar. Bunlar olmadan yalnızca ikrama dayalı bir ağırlama hoşnut edici olmaz. Kuran’da öncelikle manevi güzelliğe önem verilmesinin vurgulandığı ayetlerden biri Nisa Suresi’nde yer alır:

Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)

Görüldüğü gibi Kuran ahlakında güzel davranışlarda bulunma konusunda bir yarış söz konusudur. Müminin daha misafiri karşılarken verdiği selam da bunun bir örneğidir.
Misafir ağırlamayla ilgili olarak, Kuran’da dikkat çekilen ikinci konu ise misafirin rahat ettirilmesidir. Kuran’da bu noktada işaret edilen tavır ise, öncelikle misafirin tüm muhtemel ihtiyaçlarının, ağırlayacak kişi tarafından özenle düşünülmesi ve onun söylemesine ve hissettirmesine gerek kalmadan bu ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bu tavrın en güzel örneklerinden biri Hz. İbrahim’in konuklarından bahsedilen kıssada yer alır. Bu ayetlerde bir yandan Hz. İbrahim’in karşılaştığı bir olay haber verilirken, bir yandan da Kuran’da işaret edilen misafir ağırlama adabının detaylarına dikkat çekilir:

Sana İbrahim’in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi? Hani, yanına girdiklerinde: “Selam” demişlerdi. O da: “Selam” demişti. (Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk. Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi. Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); “Yemez misiniz?” dedi.” (Zariyat Suresi, 24-27)

Yukarıdaki ayetlerde ilk dikkat çeken şey misafire karşı olan ikramın sezdirmeden yapılmasının daha güzel olduğudur. Çünkü misafir olan kişi çoğu zaman nezaketinden dolayı karşı tarafa ihtiyaçlarını hissettirmez. Hatta çoğu zaman da ince düşünceli davranarak kendisine yapılacak olan ikramları engellemeye çalışır. Böyle bir kişiye örneğin bir ihtiyacı olup olmadığı sorulacak olsa büyük olasılıkla olmadığını söyleyecek ve teşekkürle karşılık verecektir. Bu durumda da Kuran ahlakına göre gösterilecek olan en uygun tavır, ikramın sezdirilmeden yapılması, kesinlikle konuğun kendisine sorulmadan, herşeyin ince ince düşünülerek hazırlanıp sunulmasıdır.

Yine bu ayetlerde işaret edilen bir başka güzel tavır da, söz konusu ikramın gecikmeden yapılmasına yöneliktir. Böyle bir tavır herşeyden önce kişinin, misafirin varlığından duyduğu memnuniyeti ifade eder. Çünkü ikramın ayette de bahsedildiği gibi “hemen”, “çok geçmeden” yapılmış olması, kişinin karşı tarafa hizmet etme ve ağırlama konusundaki tevazusunu ve şevkini ortaya koyar.

Zariyat Suresi’ndeki bu ayetlerden çıkarılabilecek bir başka uygun tavır ise şöyledir: Hz. İbrahim evine gelen konukları tanımadığı halde yapabileceği ikramın en iyisini yapmaya çalışmış ve hemen giderek “semiz bir buzağı” ile geri dönmüştür. Hz. İbrahim’in misafirlerine sunduğu yiyecek türü ettir. Etin en lezzetlisi, en sağlıklısı ve en besleyicisi de en “semiz” olanıdır. Öyleyse misafir ağırlanırken malzemelerin en tazesi, en kalitelisi ve en lezzetlisi seçilerek, özenli bir biçimde hazırlanmalıdır, ki bu ayetin bir işaretidir.
Ayrıca Allah bu ayette etin de makbul ve tavsiye edilen bir ikram olduğuna dikkat çekmiştir.



KURAN’DA İŞARET EDİLEN AKILCI ÖNLEMLER


Akıl, Kuran’da sık sık dikkat çekilen ve sadece müminlere ait olan bir özelliktir. Ancak insanlar akıl ile zekayı genellikle birbirine karıştırırlar. Zeki insanların aynı zamanda akıllı da olduklarını düşünürler. Oysa akıl, Allah’ın inananlara verdiği, doğruyu yanlıştan ayırmaya, her konuda en doğru teşhis ve çözümleri üretmeye yarayan bir anlayıştır. Zeka ile değil, kişinin imanının derinliği ile doğru orantılıdır. Allah pek çok ayetinde inkarcıların, “akletmeyen bir topluluk” olduklarından bahseder.

Aklın seviyesi ise özellikle ani olaylarda ve karmaşık durumlarda gösterilen tepkiyle açığa çıkar. Allah’ın varlığını ve dinini derinlemesine kavrayamayan, dolayısıyla akıl yönünden güçlü olmayan kişilerin bu tip durumlardaki tepkileriyle, güçlü imana sahip kişilerin tepkileri kıyaslandığında akıl farkı çok açık görülür. Müminler ani olaylar karşısında son derece itidalli tavırlar gösterir, karmaşık görülen olayları akıllarını kullanarak çok kısa sürede ve en güzel biçimde çözümlerler. Çünkü Allah’ın “doğruyu yanlıştan ayıran” bir kitap olarak indirdiği Kuran’ı çok iyi bilir ve yaşamlarının her aşamasında Kuran’daki hükümler doğrultusunda hareket ederler. 

Kuşkusuz ki her insan, dikkat ve akıl kullanmayı gerektiren bir durumla karşı karşıya kaldığında çeşitli çözümler üretebilir ve muhtemel zararları önleyici tedbirler alabilir. Ancak bunların hiçbiri Kuran’da Allah’ın insanlara sunduğu çözümler kadar kesin, köklü ve kalıcı değildir. Çünkü Kuran'ı sonsuz ilim sahibi Allah indirmiştir. Kuran’da gösterilen doğrultuda hareket eden müminler ayetin ifadesiyle “sağlam bir kulba” tutunmuş olurlar ve her işlerinde isabetli sonuçlar elde ederler. 

İşte bu bölümde, Kuran’da çeşitli işaretler şeklinde anlatılmış olan ve inananlara yol gösteren akılcı önlemleri inceleyeceğiz.

Başlanacak Bir İşin Her Aşamasının
Önceden Düşünülmesi

Bir işe başlarken çok geniş düşünmek, birkaç aşama sonrasını, karşılaşılabilecek tepkileri, olası alternatifleri hesap edebilmek aklın bir göstergesidir. Akılsız insanlar bu ince hesaplamayı yapamaz, aldıkları bir kararın, giriştikleri bir uygulamanın bir sonraki adımda neler getirip, neler kaybettireceğini tahmin edemezler. Bunun sonucunda da yaptıkları birçok işte başarısız olurlar. 

Müminlerin geniş düşünce kabiliyetinin bir örneği, İbrahim peygamberin, yaşadığı topluma dini anlatmak için izlediği yöntemde görülür: Taşlardan oyarak yapmış oldukları putların ilahi birtakım güçlere sahip olduğuna inanan bu topluluk, Hz. İbrahim’in tüm anlatımlarına rağmen, vicdanları kabul ettiği halde sapkın inançlarından vazgeçmemişlerdir. Bu durumda İbrahim peygamber de, kendilerine onların anlayabileceği bir başka yönden yaklaşmaya karar vermiş ve birkaç aşamalı bir plan izlemiştir.

Aslında hiçbir anlamı olmayan bu putların, birer taş parçasından ibaret olduğunu kavmine ispatlamak için, putları kırmaya karar vermiştir. Ve bunun için özel bir plan kurmuştur. Öncelikle, akılcı bir yol bularak, bu işi yaparken kendisini kimsenin görmemesini sağlamış ve kendisini güvenceye almıştır. Kalabalığı etrafından uzaklaştırmak için kullandığı yöntem ise ayetlerde şöyle haber verilir:

“Ben, doğrusu hastayım” dedi. Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. (Saffat Suresi, 89-90)

Görüldüğü gibi, Hz. İbrahim’in hasta olduğunu söylemesi üzerine halk, bir anda etrafından dağılarak uzaklaşmış ve böylece İbrahim peygamber de putlarla başbaşa kalmıştır. Bu aşamadan sonra gelişen olaylar ise Kuran’da şöyle bildirilmektedir:

“Andolsun Allah’a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım.” Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. (Enbiya Suresi, 57-58)

Kavminin büyük bir güce sahip olduklarını sanarak, kendilerine ilah edinmiş oldukları taştan putları kırmış, sadece bir tanesini sağlam bırakmıştır, ki, neler olup bittiğini merak ettiklerinde kendilerine anlatması için büyük puta başvurabilsinler! Ardından merak ve öfke içerisindeki halk Hz. İbrahim’in yanına gelerek olan biteni öğrenmeye çalışmışlardır: 

Dediler ki: “Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?” “Hayır” dedi. “Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.” Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; “Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)” dediler. (Enbiya Suresi, 62-64)

Bu konuyla ilgili ayetlerin bütünü incelendiğinde, Hz. İbrahim’in son derece akılcı bir şekilde aşamalı bir plana göre hareket ettiği ve sonunda da istediği sonuca ulaştığı açıkça görülmektedir. Gerçekten de, puta tapmakta olan bu topluluk, sağlam kalan putun hiçbir şeyle kendilerine yarar sağlayamayacağını açık bir biçimde anlamıştır. Çünkü bu put ve kırılmış olan diğer putlar birer taş parçasından ibarettirler ve ne görebilmekte, ne duyabilmekte, ne de konuşabilmektedirler. En önemlisi kendilerini bile paramparça edilmekten koruyamamışlardır. Hz. İbrahim’in kavmine anlatmak istediği gerçek de bundan ibarettir zaten. Hiçbir anlam taşımayan taş parçalarına ibadet etmekten vazgeçmeleri, tüm gücün ve tüm yaratılmışların tek sahibi olan Allah’a yönelmeleri. 

Hz. İbrahim birkaç aşama sonrasında gerçekleşebilecek ihtimalleri hesaplayarak hareket etmiş ve istediği sonuca ulaşmıştır. Bu ve bunun gibi Kuran’da verilmiş olan daha birçok hikmetli örnek bize içinde bulunulan şartları ve kişilerin psikolojilerini göz önünde bulundurmanın, sonuca ulaşmada son derece etkili olacağını gösterir. Akıllı bir mümin başladığı işin sonraki aşamalarını, hangi davranışın kendisine uzun vadeli bir başarı kazandıracağını mutlaka hesaplar. Ve faydalı gördüğü için yaptığı bir şeyin bir sonraki aşamada zarar getirmemesini sağlayacak her türlü tedbiri, Allah'ın Kuran’da işaret ettiği çözümler doğrultusunda düşünerek alır.

Güvenilir Bir Yardımcının Gerekliliği 

Hz. Musa, Firavun’a dini tebliğ etmek için giderken, Allah’tan, kardeşini kendisine yardımcı kılmasını istemiştir. Bu gerçek ayette şöyle haber verilir:

“Ailemden bana bir yardımcı kıl”. “Kardeşim Harun’u”. “Onunla arkamı kuvvetlendir”. “Onu işimde ortak kıl”. “Böylece Seni çok tesbih edelim”. “Ve Seni çok zikredelim”. “Şüphesiz Sen bizi görüyorsun”. (Taha Suresi, 29-35)

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi önemli bir görev söz konusu olduğunda müminin, yanına güvenilir bir yardımcı alması akılcı bir yöntem olur. Nitekim Allah Hz. Musa’nın duasına, “(Allah) Dedi ki: “Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir ‘güç ve yetki’ vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız.” şeklinde karşılık vererek, birlikteliklerinin hem fiziki hem de manevi hikmetine dikkat çekmiştir. (Kasas Suresi, 35)

Müminler Allah’ın dikkat çektiği bu yöntemi uyguladıkları takdirde, iki kişiden birinin hataya düşebileceği, eksik kalabileceği bir anda, diğer kişi devreye girerek yanındaki mümine fiziki ve akli bir destek sağlayacaktır. Yine iki kişi arasında hal, tavır ve sözlü olarak Allah’ın sürekli hatırlanması ve zikredilmesi için uygun bir ortam oluşması ise ayetin işaret ettiği sırlardan bir diğeridir. 

Güvenilir bir yardımcının yararı bu kadarla sınırlı değildir elbette. Müminin can ve mal güvenliği bakımından da yalnız hareket etmemesi ve herhangi bir tehlikeye karşı yanına bir mümini alması büyük önem taşır. Böylece her iki taraf da bir diğerinin fark etmediği bir tehlikeyi tespit ederek, muhtemel olumsuzlukları önceden önleyebilme imkanını elde etmiş olurlar. 

İş Bölümü ile Çalışmanın Yararları

Allah Kuran ayetlerinde bazı konular üzerine yemin ederek dikkat çekmiş ve bu konuların önemine işaret etmiştir. Bu konulardan biri müminler arasında iş bölümü yapılmasının önemi ile ilgilidir.

Allah, “Sonra iş(ler)i taksim edene andolsun” ayetiyle (Zariyat Suresi, 4) işlerini aralarında bölüşerek yapanlar üzerine yemin ederek, bu uygulamanın faydalarına işaret etmiştir. Kuran’ın bu tavsiyesine uyularak tüm gerekli işler müminler arasında paylaşıldığında öncelikle hız ve vakit kazanılacaktır. Nitekim bir kişinin 10 saatte gerçekleştirebileceği bir işin, on kişi tarafından 1 saatte tamamlanabileceği bilinen bir gerçektir. 
İş bölümü yapmanın diğer bir avantajı ise, işe dahil olan herkesin akıl, bilgi, beceri ve tecrübelerinden ayrı ayrı yararlanma fırsatının doğması ve böylece yapılan işin kalitesinin artırılmasıdır.

Bunun yanında, bir işi aynı anda birçok kişinin üstlenmesi, aceleden kaynaklanabilecek potansiyel hata ve zarar riskini en aza indirmiş olacaktır.

Oysa cahiliye toplumunda insanlar mümkün olduğunca her işi tek başlarına yapmak isterler ki böylece elde edilen başarıyı da sahiplenebilsinler ve çevrelerinden de bu oranda takdir toplayabilsinler. İşte Kuran’da tavsiye edilen iş bölümü yönteminin bir başka faydası da kişilerin bu hırslarını kırması ve sahiplenme duygusunu ortadan kaldırmasıdır. Çünkü ortaya çıkan sonuç ve elde edilen verim sadece bir kişinin değil, çok sayıda müminin aklının, bilgi ve becerisinin bir göstergesi olacağından kişiler, nefisleri adına büyüklenecek, böbürlenecek, övünecek ve sahiplenecek bir malzeme bulamazlar. Herkes eşit oranda bir üstünlük göstermiş olur; ki müminler de zaten böyle bir arayış içinde değil, yalnızca Allah’ı razı etmenin kaygısı içindedirler.

İş bölümünün manevi anlamda kazandırdığı bir diğer fayda ise, aynı hedef doğrultusunda, ortaklaşa hizmet eden müminlerin arasındaki dostluğun, kardeşliğin ve bağlılığın pekişmesidir. Nefiste yaşanan hırsların kırılması, diğer kişilerde mevcut olan güzelliklerin ve üstün yeteneklerin daha kolay fark edilmesini sağlar ve alçak gönüllü bir yapı oluşur.
Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapılan bir işi paylaşmak, temelinde yatan asil amaçtan dolayı, kişilerin birbirlerine olan saygılarını, sevgilerini ve bağlılıklarını arttıran bir başka unsurdur. Kişilerin o işi bitirmek uğrunda sarf ettikleri her çaba Allah’a olan bağlılıklarından ve sevgilerinden kaynaklanır. Bunu bilmek de kardeşlik duygularını besleyen bir başka önemli noktadır.

Gecenin Dinlenme, Gündüzün ise
Faaliyet Zamanı Olması

Kuran’da dinlenmek için gecenin kullanılmasına, gündüz saatlerinde ise faaliyet yapılmasına işaret edilmiştir:

O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı (mubsir) olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Yunus Suresi, 67)

Nitekim bu sistemi incelediğimizde, insan metabolizmasının geceleri uyumaya ve dinlenmeye, gündüzleri ise çalışmaya ve faaliyet yapmaya ayarlı bir biçimde işlediğini görürüz. Geceleri, karanlığın etkisi ile beyindeki epifiz bezinin harekete geçtiği ve vücudun, uyku düzenini ayarlayan doğal bir madde olan melatonin salgılayarak uykuyu oluşturduğu bilimsel bir gerçektir. Bu duruma ek olarak gece saatlerinde beyin fonksiyonları yavaşlar ve vücut ısısı da düşer. Vücudun karanlığa karşı verdiği tüm bu tepkiler, kişinin üretiminin ve veriminin belli bir oranda düşmesine neden olur. 
Gün ışığıyla birlikte ise melatonin adlı vücut salgısının azaldığını, çeşitli hormonların faaliyete geçtiğini, vücut ısısının arttığını ve beyin fonksiyonlarının da en üst seviyeye ulaştığını görürüz. Bu da kişinin uyanıklığını, dikkatini ve verimini olumlu yönde etkileyecek bir faktördür. Ayetlerde erken kalkmaya, gündüzün verimliliğine dikkat çekilmesi ve “geceyi dinlenmeniz için yarattık” denilmesinin hikmetini, bu bilgiler ile bir kez daha görmüş oluruz. 

Önemli Bir Bilginin Kötü Niyetli Kişilere
Bildirilmemesi

Kuran’da vurgulanan önemli bir başka detay da, art niyetli olabilecek kişilerden önemli bilgilerin itinayla saklanmasıdır. Çünkü art niyetli bir kimse, müminlere iyilik dokunmasını istemeyeceğinden, gerekirse elindeki tüm imkanları kullanarak bir hayrı engellemeye çalışacaktır. Eğer kötü niyet beslediği kişiye bir iyilik dokunacağından haberdar olursa da bu, onun kıskançlık duygularını daha da kabartarak karşı tarafa zarar verme ihtimalini doğuracaktır. 

Kuran’da bahsi geçen Yusuf peygamberin kardeşleri, bu karakterin en çarpıcı örneklerini temsil ederler. Bu kimseler, babaları Hz. Yakup’un, Yusuf peygambere olan sevgisini kıskandıkları için, Hz. Yusuf’a karşı büyük bir öfke beslemektedirler. Hz. Yakup ise bu durumu fark ettiği için, Hz. Yusuf kendisine gördüğü bir rüyayı anlattığı zaman, bundan kesinlikle kardeşlerine bahsetmemesini söyler. Aksi takdirde kendisine bir kötülük yapabilecekleri konusunda da Yusuf peygamberi uyarır. Zira Yakup peygamber rüyanın yorumundan Hz. Yusuf’un Allah'ın seçtiği ve kendisine nimet verdiği bir insan olduğunu anlamıştır. Böyle bir bilgiyi öğrenmek ise kardeşlerinin kıskançlığını ve düşmanlığını kat kat artıracaktır. İlgili ayetler şöyledir:

Hani Yusuf babasına: “Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) onbir yıldız, güneşi ve ayı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm” demişti. (Babası) Demişti ki: “Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” “Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakup ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Yusuf Suresi, 4-6)

Bu ayetlerin devamında ise, Allah, “Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için ayetler (ibretler) vardır” şeklinde bildirerek, müminleri bu kıssa üzerinde düşünmeye sevk etmiştir. (Yusuf Suresi, 7) Nitekim ayetin tavsiyesine uyarak ibret gözüyle baktığımızda da, ilk dikkatimizi çeken şey, bu tür kötü niyetli kişilere karşı son derece temkinli davranmak ve asla önemli bir konu hakkında onlara bilgi vermemek gerektiğidir. 

Erken Davranmanın Önemi

Kuran’da güvenliğe dair dikkat çekilen önlemlerden bir başkası da, önemli bir olay söz konusu olduğunda ya da bir girişimde bulunulacağı zaman mümkün olduğunca erkenden harekete geçmektir. Kuran’da bu konuya, Peygamberimiz (sav)’in yaptığı bir uygulama anlatılarak dikkat çekilmiştir:

Hani sen, müminleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir. (Ali İmran Suresi, 121)

Hz. Muhammed (sav)’in, müminlerin mücadele halinde olduğu bir zamanda, inananlar arasında iş bölümü yapmak, onlara uygulamaları gereken detayları haber vermek üzere “erkenden” hareket ettiği haber verilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav)'in Kuran’da haber verilen bu tavrı, 1400 seneden beri Kuran’ı okuyan tüm inananlar için yol gösterici ve teşvik edici bir örnek oluşturmuştur. 

Erken harekete geçen kişi, gerekli tüm faaliyetleri bir an önce organize edebilecektir. Bu tavsiyeye uyan kişi, herşeyden önce kendi lehinde kullanabileceği bir süre kazanacaktır. Böylece avantajlı konuma geçebilecek, beklenilmeyen bir durum ya da gecikme olduğunda bunu telafi etme imkanına sahip olacaktır. 

Bunun yanında acele etmek durumunda olmamanın kişilere sağlayacağı psikolojik bir rahatlık da söz konusudur. Kısıtlı bir zaman kimi insanlar üzerinde panik ve heyecan türü etkilere neden olabilir ki bu da kişinin dikkatini, muhakeme, yargı ve çözüm üretebilme kabiliyetini olumsuz yönde etkileyebilir. Dolayısıyla acele etmekten ve panik halinden kaynaklanan dikkatsizlikler ve istenmeyen kazalar meydana gelebilir. Oysa daha geniş bir zaman dilimi içerisinde rahat ve sakin hareket edebilmek, bu durumun tam aksine, aklın ve dikkatin üzerindeki baskıyı tamamen kaldırır ve sağlıklı kararlar alınabilmesini sağlar. 

Gece Vakti Tedbirli Olunmasına Yönelik
İşaretler

Geceyi insanlar için bir dinlenme vakti kılan Allah, “De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.” ayetiyle, gecenin aynı zamanda tedbirli olunması gereken bir zaman olduğuna da dikkat çekmiştir. (Felak Suresi, 1,3)

Havanın karanlık olduğu, özellikle de ayetlerde belirtildiği gibi etrafı örten koyu bir karanlık olduğu vakitler, insanların hareket kabiliyetinin kısıtlandığı, güvenlik önlemlerinin zorlaştığı, tehlikenin açıkça görülemediği ve dolayısıyla da gafletin daha yoğun olabileceği saatlerdir. Gecenin oluşturduğu bu şartları tehlikeli hale getiren esas sebep ise elbette yine insanlardır. Günaha düşkün olan inkarcılar, bu karakterlerini rahatça sergileyebilmek için kimliklerini büyük ölçüde gizleyen geceyi tercih ederler. Nitekim bu konuda yapılan araştırmalar da, cinayet, yaralama ve hırsızlık türü toplumsal suçları gerçekleştirmek için, insanların gece yarısıyla başlayan ve sabah gün ağarıncaya kadar süren bir zaman aralığını tercih ettiklerini ortaya koymaktadır. 

Bunun yanında, Kuran’da geceye ve karanlığa ilişkin olarak dikkat çekilen bir başka nokta da, müminlere karşı düşmanlık besleyen birtakım insanların, onlara zarar verebilmek için özellikle bu vakitleri tercih ettikleridir. Bu konuya işaret eden ayetlerden birinde, bu tarz kişilerin müminler aleyhinde planlar kurmak için özellikle geceyi tercih ettikleri belirtilmiştir:

Onlar, insanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi ‘geceleri düzenleyip kurarlarken,’ onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. (Nisa Suresi, 108)

Bir başka ayette ise, Hz. Salih’e kin duyan inkarcıların, ona karşı saldırı için de geceyi tercih ettikleri haber verilerek, müminlerin bu tarz olaylara karşı temkinli olması gerektiğine işaret edilmiştir:

Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: “Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim sonra velisine: Ailesinin yokoluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim. (Neml Suresi, 49)

Allah’ın karanlığın bu özelliğinden haberdar ettiği müminler, akılcılıklarının bir gereği olarak, her türlü tedbiri alırlar. Geceleri bir yerden bir yere hareket ederken, bir iş üzerindeyken ve hatta uyurken bile son derece dikkatli ve temkinli olurlar. Ancak bu tedirginlik anlamında bir dikkat sarf etme değildir. Çünkü müminler, her türlü akılcı tedbiri aldıktan sonra asla herhangi bir tedirginlik duymaz, Allah’a tevekkül ederler. 

Yalnız Hareket Etmemenin Önemi 

Allah’ın emirlerini uygulama konusunda müminlere örnek oluşturan peygamberler, özellikle de önemli olaylar söz konusu olduğunda, yanlarında hep bir mümin ile birlikte hareket etmişlerdir. Bunun en belirgin örneklerinden biri Hz. Musa ile Hz. Harun’un birlikteliğinde görülür. Hz. Musa, kendisine büyük bir düşmanlık besleyen Firavun’la görüşmeye giderken, Allah’tan kardeşi Hz. Harun’u kendisine yardımcı kılmasını istemiş ve gerekçesini de şöyle ifade etmiştir:

Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum. (Kasas Suresi, 34)

Bu hikmetlerinin yanısıra, bir insanın yanında ikinci bir kişinin bulunması, şahitlik durumu oluşturduğu için, düşmanlık besleyenler açısından yıldırıcı ve caydırıcı bir unsurdur. Bir insanın yalnız hareket etmesi ise, her zaman art niyetli kişilere cesaret veren, yapmak istedikleri kötülüklere uygun ortam hazırlayan bir konum oluşturur. 
Kuran’da bu konuya işaret eden bir başka ayette de, Musa peygamber ve yardımcısının yaptığı bir yolculuktan bahsedilir:

Hani Musa genç yardımcısına demişti: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.” Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu. (Kehf Suresi, 60-61) 

Ayetten anlaşıldığı gibi Hz. Musa uzak bir bölgeye doğru uzun bir yolculuğa çıkarken yanına ikinci bir kişiyi almıştır. Musa peygamberin yaptığı bu uygulamanın altında akılcı bir tedbir yatmaktadır. Çünkü bir kimsenin, hakkında hiçbir bilgisinin olmadığı yabancı bir bölgeye tek başına gitmesi beraberinde çeşitli sakıncalar da getirebilir. Ama yolculuk sırasında olsun, gittiği yerde olsun başına gelebilecek maddi manevi her türlü sıkıntıda ikinci bir kişi kendisine destek olabilecek ve yardım temin edebilecektir. 

Kuran’da buna benzer bir başka örnek de Hz. Muhammed (sav)’in Mekke’den Medine’ye gidişiyle ilgili verilmiştir: 

Siz O’na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O’na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O’nu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Peygambere düşmanlık besleyen kimselerin asıl amacı, onu ele geçirerek öldürmek ve kavmin üzerindeki etkisini ortadan kaldırmaktır. Böylesine riskli ve tehlikeli bir ortamda, yalnız hareket etmek ise, müşriklerin arayıp da bulamadığı bir fırsat olacaktır. Bu yüzden de yanına bir kişi alarak tedbirli davranmıştır. Peygamberimiz (sav)’in bu tavrı, tüm müslümanlar için yol gösterici bir örnektir.

Müminlerin Güvenli Mekanları Tercih Etmeleri

Kuran’a baktığımızda tüm peygamberlerin ve beraberlerinde bulunan müslümanların sürekli olarak bir mücadele ortamında yaşadıklarını ve bu ortamın şiddetinden kaynaklanan bir şuur açıklığı ve dikkat içerisinde olduklarını görürüz. Dini yaşama ve anlatma konusunda gösterdikleri kararlı tutum nedeniyle, çoğu toplumlar peygamberlere tepki göstermişler ve hatta kendi menfaatlerine zarar gelmesinden endişe ederek peygamberi ve inananları öldürmeye kalkışmışlardır. 

Müminler ise, Allah’ın dilemesi dışında kendilerine iyi ya da kötü hiçbir şeyin isabet etmeyeceğinin bilincindedirler. Eğer herhangi bir saldırıya maruz kalırlarsa da bunun kendi dünya ve ahiret hayatları açısından olabilecek en hayırlı sonuç olduğunun farkındadırlar. Bu sebepten Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar. Ancak bir yandan da akılcı ve aşılması güç tedbirler alarak, düşmanlarının kurduğu tuzakları bir bir bozarlar.
İşte müminlerin ibadet olarak uyguladıkları bu akılcı tedbirlerden birisi de, yaşadıkları yerlerin korunmasına yöneliktir. Bu konuda Kuran’da yer alan işaretlerden biri, Hz. Davud ile görüşmek isteyen, birbiriyle davalı iki kişinin peygamberin yanına geldiklerini anlatan ayette saklıdır:

Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani mihraba (Davud’un bulunduğu yere girmek için) yüksek duvardan tırmanmışlardı. (Sad Suresi, 21)

Söz konusu davacıların, Hz. Davud’un bulunduğu yere yüksek duvarları tırmanarak girdiklerini anlatan bu ayet aynı zamanda Davud peygamberin bulunduğu yerin şekli hakkında da bize bilgi vermektedir. Hz. Davud’un yaşadığı yerin, duvarları sağlam ve yüksek olabilir. Ayrıca burası güvenli ve savunmaya elverişli bir yer olabilir. Böyle bir mekan dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya kapalı, ulaşılması zor, dolayısıyla da güvenlik için ideal şartlar oluşturan bir yerdir. 

Kuran’da haber verilen akılcı tedbir alma yöntemlerinden birisi de, müminlerin bulunduğu mekanların ya da evlerin önünde köpek bulundurulmasıdır. Bu konuya işaret eden ayetler Kehf Suresi’nde şöyle geçer:

Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı. (Kehf Suresi, 18)

Kuran’da Kehf topluluğu olarak bilinen gençler, dönemin din düşmanı hükümdarından korunmak amacıyla bir mağaraya sığınmışlardır. Ayetlerde bildirildiğine göre Allah onları uzun bir süre bu mağarada uykuda bıraktıktan sonra uyandırmıştır. Yukarıda yer alan ayette ise, bu gençlerin uyudukları esnada yanlarında bir köpek bulundurduklarına ve bunun onlar için bir korunma sağladığına işaret edilmektedir. 

Getirilen Çözümlerin Keskin ve
Aşılamaz Niteliklerde Olması

Dediler ki: “Ey Zu’l-Karneyn, gerçekten Ye’cuc ve Me’cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?” Dedi ki: “Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım.” “Bana demir kütleleri getirin”, iki dağın arası eşit düzeye gelince, “Körükleyin” dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: “Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.” Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler.” (Kehf Suresi, 94-97)

Kuran’da yer alan bu ayetlerden çıkarmamız gereken hikmetlerden biri oldukça açıktır. Hz. Zülkarneyn topluluğu kurtaracak geçici ya da sıradan tedbirler yerine öyle bir tedbir almıştır ki, kullandığı malzemelerden, inşa etme yöntemine kadar dönemin her türlü imkanını kullandırtarak hiç kimse tarafından aşılamayacak bir set oluşturmuştur. Üstelik bu tedbirle yetinmeyip, üzerine bir kat daha eritilmiş bakır döktürmüş, böylece seddin aşılmasını imkansız hale getirecek ikinci bir önlem daha almıştır.

İşte Kuran’da müminlere tavsiye edilen tedbir alma yöntemleri de böyledir. Müminler küçük veya büyük her türlü olumsuz olayı tamamen engelleyecek, zarar verecek durumları köklü olarak ortadan kaldıracak, her biri keskin, delinmez ve kalıcı yöntemler kullanırlar.

Kötü Niyetli Kimselere Yol Gösterici İfadeler 
Kullanmamanın Önemi

Kalplerinde inananlara karşı kin ya da kıskançlık gibi duygular besleyen insanlar, bu hislerini tatmin etmek için sürekli olarak fırsat kollarlar. Müminlerin üzerine düşen görev de bir ibadet olarak bu insanlara aradıkları imkanı sunmamak, onların yollarını tıkamak ve bu girişimlerine engel olmaktır. 

Allah bu konunun önemine Yusuf kıssasında dikkat çekmiştir. Babalarının Yusuf peygamberi kendilerinden daha çok sevdiğini düşünerek kıskançlık duyan kardeşleri, babalarının sadece kendileriyle ilgilenmesi için Hz. Yusuf’u öldürmeye karar vermişlerdir. Bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için de, Yusuf peygamberi kendileriyle birlikte gezmeye göndermesi yönünde babaları Hz. Yakup’u ikna etmeye çalışmışlardır. Yusuf Suresi’nde bu konuya şöyle yer verilmiştir:

(Bu karara vardıktan sonra) “Ey Babamız,” dediler. “Sana ne oluyor, Yusuf’a karşı bize güvenmiyorsun? Oysa gerçekte biz, onun iyiliğini isteyenleriz.” “Sen onu yarın bizimle gönder, gönlünce gezsin, oynasın. Elbette biz onu koruyup-gözetiriz.” Dedi ki: “Sizin onu götürmeniz gerçekten beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurdun yemesinden korkuyorum.” (Yusuf Suresi, 11-13)

Ayetlerde de görüldüğü gibi, oğullarındaki kıskançlığın farkında olan Hz. Yakup, Yusuf peygamberi onlarla birlikte göndermek istememiş ve sebep olarak da, kardeşleri farkında değilken onu bir kurdun yemesinden endişe ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine Yusuf peygamberi yanlarında götürmeyi başaran kardeşleri, onu bir kuyuya atıp, gömleğine kan sürerek babalarının yanına gelmişler ve Yusuf peygamberi bir kurdun kaptığını söylemişlerdir:

Dediler ki: “Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf’u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin”. Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler... (Yusuf Suresi, 17-18)

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi Yusuf peygamberin kardeşleri, babalarının dile getirdiği bu endişeyi kullanarak, yaptıkları hainliği makul bir zemine oturtmaya çalışmışlardır. Aslında kurdun saldırması gibi bir olay belki hiç söz konusu olmayacaktır. Ama Hz. Yusuf’un kardeşleri babalarının bu yönde bir endişesi olduğunu bildikleri için, söylenebilecek en makul yalanın da bu olduğuna karar vermişler ve Hz. Yusuf’u bir kurdun kaptığını söylemişlerdir. 

Tedbir Alırken Eldeki Tüm Alternatiflerin
Değerlendirilmesi

Olaylar karşısında boşvermiş bir tavır göstermek cahiliye insanlarına özgü bir özelliktir. Cahiliye toplumunda hakim olan umursuz ve üşengeç yapı nedeniyle birçok olay, hiçbir tedbir alınmaksızın kendi gidişatına bırakılır. Bu nedenle günlük hayatın hemen her anında çeşitli zararlarla karşılaşılır.

Oysa Allah Kuran’da bu mantığın yanlış olduğuna dikkat çeker. Müminlerin, tedbir alma konusunda çok titiz davranmalarını emreder.
Mevcut tüm alternatifleri kullanarak ciddi tedbirler almanın en doğru davranış olduğuna işaret eden bir ayet şöyledir:

Ve dedi ki: “Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah’tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na tevekkül etmelidirler.” (Yusuf Suresi, 67)

Hz. Yakup, Mısır’a gidecek olan oğullarına şehrin ayrı ayrı kapılarından girmelerini tavsiye etmiştir. Bu uygulama Yakup peygamberin, oğullarının hem can hem de mal güvenliklerini sağlamak için sunduğu son derece akılcı bir tedbirdir. Aksi bir durumda şehre tek bir kapıdan girmiş olsalar herhangi bir tehlike durumunda belki hepsi birden zarar görebilirler ancak zarar görmeseler bile asıl önemli olan Allah’ın bir nimet olarak verdiği aklı kullanmak ve her konuda en güvenli metodları seçip uygulamaktır. İşte bu nedenle her zaman geniş tedbirler almak Kuran’ın mantığına uygun bir harekettir. Müminin akılcılığı ile cahiliyenin tedbirsizliği arasındaki fark bu tür olaylar karşısında açıkça belli olur.


Unutmamak gerekir ki, sonuç alınan tüm tedbirler, Allah’a fiili bir dua niteliğindedir. Yoksa Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi, insanların yaptıkları hiçbir şey, aldıkları hiçbir tedbir başlarına gelecek olayın yani kaderlerinin önüne geçemez. Allah bu önemli gerçeğe Hz. Yakub’un oğullarına tavsiyesini bildiren ayetin devamında dikkat çekmiştir: 

Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır’a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub’un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında- onlara Allah’tan gelecek olan hiçbir şeyi (gidermeyi) sağlamadı. Gerçekten o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Yusuf Suresi, 68)



KURAN’DA DİKKAT ÇEKİLEN TEBLİĞ YÖNTEMLERİ


Tarih boyunca Allah'ın birbiri ardınca gönderdiği elçiler cahiliye toplumu insanlarını Allah’a iman etmeye ve O’na kulluk etmeye davet etmişlerdir. Allah Kuran’da “sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun...” ayetiyle, bu ibadetin elçilerin olduğu kadar, müminlerin de ana sorumluluklarından birisi olduğunu belirtmiştir. (Al-i İmran Suresi, 104)

Ancak müminlerin bu konudaki yükümlülükleri sadece dini tebliğ etmektir, yani insanlara Allah’ın hükümlerini anlatmak, onları Kuran ahlakını yaşamaya davet etmektir. İnsanlara hidayeti ve anlayışı verecek olan Allah’tır. Müminlere düşen, Kuran’ın gösterdiği yöntemleri en iyi şekilde uygulamaktır. Yoksa insanların inanıp inanmamaları konusunda onların üzerinde herhangi bir sorumluluk yoktur. 

İşte Allah müminlere, bu sorumluluklarını yerine getirmede kolaylık olarak Kuran’da hem açık hükümlerle, hem de çeşitli kıssalarla pek çok yöntem göstermiş ve peygamberlerin bu konudaki uygulamalarından örnekler vermiştir. Bu bölümde, Kuran’da işaret edilen tebliğ yöntemlerini, değişen şart ve ortamlara göre Allah’ın müminlere sunduğu çözümleri inceleyeceğiz. 

Tebliğde Hiçbir Karşılık Beklenmediğinin
Vurgulanması

Kendisine tebliğ yapılan kişinin anlatılanları hiçbir önyargı, şüphe ve baskı altında kalmadan, tamamen hür düşünce ve vicdan ile değerlendirebilmesi gerekir. Bunun ilk şartı ise kendisine dini anlatan kişinin samimiyetinden emin olmasıdır.

Müminleri tanımayan ve onlar hakkında bilgisi de olmayan bir kişinin, yaşadığı cahiliye ortamının etkisiyle, inananlara karşı birtakım önyargılar beslemesi ve şüpheci yaklaşması ilk başta doğal olabilir. Örneğin kendisine dini yaşaması için vargücüyle bir şeyler anlatan bir müminin, bunu neye karşılık yaptığına dair aklına bazı sorular gelebilir. Kendi düşünce sisteminde herşey bir çıkar ilişkisi içinde olduğu için, Allah’a inanan insanların tek çıkar olarak Allah’ın rızasını gözettiklerini kavrayamayabilir. Ya da karşı tarafın anlatacağı bilgilerin doğruluğu konusunda daha en başından bir tereddüt ve önyargı içerisinde olabilir. Bu nedenle kişinin tüm bu endişelerini ve kuşkularını, onun dile getirmesini beklemeden gidermek, müminin tebliğ öncesinde üzerine düşen en önemli sorumluluklardan biridir. 

Kuran’a baktığımızda da, tüm peygamberlerin gönderildikleri topluluklara öncelikle telkin ettikleri gerçeğin, bu kuşkuları gidermeye yönelik olduğunu görürüz. Peygamberler, Allah’ın büyüklüğüne ve ahiretin gerçekliğine kesin bir bilgiyle inanan ve tüm hayatlarını yalnızca Allah’ın rızasını kazanmaya adamış kimselerdir. Cennetin ve cehennemin varlığına kesin bir bilgiyle iman eden elçiler, karşılaştıkları her insanın cehennem gibi sonsuz ve korkunç bir azaba uğramasından endişe ederler. Onları yanlış olan şeylerden sakındırmaya çalışır ve onlara Allah’ın gücünü ve büyüklüğünü anlatırlar. Tüm bu çabalarının karşılığında ise tek beklentileri Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmektir. Bunun dışında insanlardan bekledikleri dünyevi hiçbir menfaat yoktur. 

Kuran’da elçilerin tebliğ öncesinde bu konuya dikkat çekerek, karşı tarafın endişelerini gidermeye çalıştıklarına işaret edilmiştir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:

Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. (Şuara Suresi, 180) 

İşte Allah’ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: “Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kuran), alemlere bir ‘öğüt ve hatırlatmadan’ başkası değildir.” (Enam Suresi, 90)

(Hz. Hud): “Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?” (Hud Suresi, 51)

Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: “Ey kavmim, elçilere uyun” dedi. “Sizden ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir.”(Yasin Suresi, 20-21)

Öyleyse tüm müminler için, tebliğe başlamadan önce ayetlerin işaretine uyarak bu noktayı baştan aydınlatmaları, sonuç alabilmeleri açısından çok isabetli olacaktır. Özellikle günümüzde cahiliye toplumundaki insanların herşeyi maddi menfaat karşılığında yapmaları insanların herkese karşı bu tip bir önyargıya sahip olmalarına sebep olmuştur. Bu sebepten bu tür bir açıklamanın karşı tarafı rahatlatacağı kesindir.

Dini Anlatan Kişinin Güvenilir Olduğunu
Belirtmesi

Kuran’da tebliğ konusunda dikkat çekilen bir başka yöntem ise, dini anlatan kişinin güvenilir, doğru sözlü ve dürüst bir insan olduğunu baştan belirterek kendisini tanıtmasıdır. Nitekim Kuran’da tüm peygamberlerin, gönderildikleri topluluklara öncelikle kendilerini tanıttıklarını ve Allah'ın görevlendirdiği, güvenilir birer elçi olduklarını belirttiklerini görüyoruz: 

“Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” ayeti, müminin kendisini tanıtırken asıl vurgulaması gereken karakter özelliğinin güvenilirlik olduğuna işaret etmektedir. (Şuara Suresi, 107)

Çünkü karşı tarafın kuşkularını dağıtacak, güven sağlayacak ve manen rahatlatacak olan asıl konu budur. Eğer kişi güvenilir, dürüst ve doğru sözlü bir insan ise, anlattıkları da gerçekten dinlemeye ve üzerinde düşünmeye değer nitelikte olacaktır. Ama eğer kişi karşı tarafın güvenilirliğinden şüphede ise tüm anlatılanlara savunma psikolojisi ile yaklaşacaktır. Bu aşama, Kuran’da gösterilen yöntemlerle tam olarak aşıldığında ise kişi kendisine anlatılanlar üzerinde dikkatini toplayarak dinlemeye ve anlamaya çok daha açık olacaktır.

Karşı Tarafın Yanlış İnançlarının Çürütülmesi 

Tebliğ yapılacak kişinin tereddütlerinin ve önyargılarının ortadan kaldırılmasının ardından, kişiye bilgi aktarmaya başlamadan önce, sahip olduğu batıl ve çarpık inançların çürütülmesi ve bunların geçersizliğinin ispat edilmesi gerekir. Bu aşama oldukça önemlidir çünkü sahip olduğu batıl inanç ya da felsefenin geçersizliğine inanmayan kişi, bunlardan kopmak istemeyeceği için bunun aksi yönde yeni bir bilgiye de kapalı olur. İşte bu noktada kişinin düşünce yapısındaki tıkanmayı giderip, gerçek bilgiyi kendisine aktarabilmek için, Allah Kuran’da müminlere bir yöntem gösterir.

Bu yöntem, söz konusu batıl inançların akılcı, bilimsel ve görsel metodlarla çürütülmesi, yani maddi ve manevi olarak açmazda ve geçersiz bir sistem olduğunun bir bütün olarak açıklanmasıdır. İbrahim peygamberin kavmine olan tebliği ise bu üsluba oldukça güzel bir örnektir:

Hani, babasına ve kavmine: “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti. Demişlerdi ki: “Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.” Dedi ki: “Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?” Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu? “Hayır” dediler. “Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.” (İbrahim) Dedi ki: “Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?” Hem siz, hem de eski atalarınız? (Şuara Suresi, 70-76)

İbrahim peygamber hem akla, hem de mantığa hitap edecek şekilde kavmine sorular sormuş ve inandıkları sistemin geçersizliğini aşama aşama kendilerine fark ettirmiştir. Aynı zamanda her soruyla birlikte kişilerin vicdanlarına başvurmalarını sağlamış ve kendi sistemlerinin mantıksızlığını onlara ikrar ettirmiştir. Çünkü taşlardan yonttukları putlara tapmakta olan kavim, sırf atalarının bu taşlara ibadet ettiklerini bildikleri için, hiç düşünmeden bu sistemi benimsemişlerdir. Ancak Hz. İbrahim gerçekleri gözler önüne serdiğinde ise, işte o zaman ne kadar şuursuz ve aciz varlıklara tapındıklarını fark etmişlerdir.

Nitekim İbrahim peygamber de, bunun ardından Allah’ı sıfatlarıyla tanıtarak, hiçbir gücü olmayan cansız taş parçaları ile tüm varlıkların tek hakimi ve sonsuz güç sahibi olan Allah’ın varlığı arasındaki kıyaslanamaz farklılığı ortaya koymuştur:

İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç 
Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur;
Bana yediren ve içiren O’dur;
Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur;
Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur, 
Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur; (Şuara Suresi, 77-82)

Böylece putlara tapan bu kavim, uygulanan tebliğ metodları sayesinde içerisinde bulundukları durumun mantıksızlığını kısa bir an için dahi olsa kavrama imkanı bulmuştur.

Soru-Cevap Şeklinde Anlatım

İbrahim peygamberin örneğinde de gördüğümüz gibi, karşı tarafa düşündürücü sorular sorarak aşama aşama kişinin konuyu kavramasını sağlamak Allah’ın Kuran’da dikkat çektiği bir tebliğ yöntemidir. 

Aynı şekilde kişinin konu hakkında aklına tam yatmayan noktaları sorması da istenebilir. Çünkü soracağı sorulardan konuları ne derece anladığı ve eksiklerinin neler olduğu rahatlıkla anlaşılacak, böylelikle de bunların giderilmesi imkanı doğacaktır. Aksi takdirde kişi, anlamadığı bir bilginin üzerine bir yenisi daha eklendiğinde, özünü kavrayamadığı bir konu içerisinde bocalamaya başlayacaktır. 

Tebliğde kullanılan bu soru–cevap yönteminin yanısıra, bozuk mantıkları çürüterek ve bunların yerine sağlam ve akılcı mantıklar oturtarak ilerlemek de, Kuran’da tavsiye edilen bir tebliğ yöntemidir. Bu konuda yine Hz. İbrahim’in tebliğini anlatan bir başka ayet şöyledir:

Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. (O zaman) İbrahim: “Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)

Bu ayette İbrahim peygamber din konusunda kendisiyle tartışmaya girişen bir kişiye, Allah’ın sonsuz gücü karşısındaki aczini son derece hikmetli birkaç cümle ile anlatmıştır. Verdiği akılcı örneklerle inkarcının bu durumunu kendisinin de fark etmesini sağlamıştır. Çünkü getirdiği teklif, inkarcı kişinin iddialı konuşmalarının ardından asla yapamayacağı bir şeydir. Söz konusu kişi, içine düştüğü durumu gördüğünde son derece şaşırmış ve bunun üzerine söyleyecek bir söz bulamamıştır. Hz İbrahim’in inkarcıyı köşeye sıkıştıran bu hikmetli üslubu, müminler için tebliğde faydalanılabilecek çok önemli bir örnektir.

Gizli ve Açık Yöntemlerle Tebliğ Yapılması

Kuran’da anlatılanlara göre tüm peygamberler gönderildikleri topluluklara Allah’ın büyüklüğünü ve dinin gerekliliğini anlatabilmek için çok çeşitli yöntemler ve anlatım şekilleri denemişlerdir. İşte Nuh peygamberin kavmine yaptığı tebliğ de, bunlardan biridir. Nuh peygamberin izlediği anlatım taktikleri Nuh Suresi’nde tek tek vurgulanarak, müminlere de yol gösterici olmuştur:

Dedi ki: “Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum.” “Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.” “Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.” “Sonra onları açıktan açığa davet ettim.” “Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim.” “Bundan böyle” dedim. “Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. “(Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın.” “Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin.” (Nuh Suresi, 5-12)

Kuran’da Hz. Nuh’un Allah’a duasında yer alan bu sözler, bizlere, dini anlatabilmek için gerektiğinde açık ve gizli olmak üzere dolaylı anlatımlar da yapılabileceğini göstermektedir.
Hz. Nuh, kavmine dünyevi anlamda kendileri için büyük önem taşıyan noktalardan yaklaşarak, bunların hepsini verenin Allah olduğunu vurgulamış ve böylece onları düşünmeye teşvik etmiştir. Ürünlerini sulamaları için yağmurları yağdıranın, mallar ve çocuklar verenin, bol ürün veren bereketli bahçeleri ve ırmakları yaratanın, içerisinde yaşadıkları her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunu anlatmıştır. Dinin güzelliğini ve gerekliliğini ilk anda tam olarak anlayamayan bu kavmi dine ısındırmak için, tutkulu bir istek ile bağlı oldukları dünyevi çıkarlarının da aslında Allah’ın gücü altında olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Çünkü eğer kavmi bu anlattıklarını kavrayabilirse, bunun ardından onlara ahiretin varlığını ve dini sorumluluklarını anlatmak çok daha kolay olacaktır.

Yaratılış Delillerinin Anlatılması

Allah’ın, müminlere dini tebliğ etmelerinde gösterdiği yollardan birisi de, insanlara yaratılış delillerini anlatmaktır. Kuran’da adı geçen pek çok peygamber kavmini bu yönde düşünmeye yöneltmiş, Allah’ın bu doğrultuda dikkat çektiği delilleri kavimlerine aktarmışlardır. Bunlardan biri de Hz. Nuh’un tebliğinde yer almıştır:

Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır? Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır. Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi. Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltip-çıkaracaktır. Allah, yeri sizin için bir yaygı kıldı. Öyle ki, onun içinde geniş yollarında gezip-dolaşırsınız, diye. (Nuh Suresi, 15-20)

Kuran’da dikkat çekilen bu konular, hakkında ciltlerce kitap yazılabilecek kadar detaylı bilgiler içerir. Örneğin gökyüzünün yedi ayrı katmandan oluşması ve bunların dünya üzerindeki ekolojik sisteme ve canlılara sağladığı faydaları, ay ve güneşin, mevsimlere, iklimlere, gece–gündüz oluşumuna ve insan yaşamına olan etkisini düşünmek kişinin düşünce ufkunu genişletecek, aklını, dolayısı ile imanını artıracak bir yoldur. Bu sistemlerde meydana gelebilecek en ufak bir aksaklığın nasıl tehlikeli sonuçlar doğuracağını düşünmek de aynı şekilde etkili olacaktır. Tüm evren bunlar gibi sayısız detaylarla doludur ve cahiliye toplumunda insanların çoğu günlük hayatlarında bunları düşünmezler. Bu nedenle yaratılış delillerini insanların hiç düşünmedikleri yönleri ile anlatarak yapılan bir tebliğ karşı tarafı düşünmeye sevk edecek, Allah’ın gücünü ve kudretini tanıyıp takdir etmesinde de etkili olacaktır. 

Nitekim Kuran’ın pek çok ayetinde de insanlar Allah’ın varlığını ve büyüklüğünü gösteren bu delilleri görmeye, bunlar üzerinde düşünmeye davet edilmişlerdir. Müminlere ise karşılarındaki insanlara bu konularla öğüt vermeleri hatırlatılmıştır. Bu konudaki yüzlerce ayetten birkaçı şöyledir:

Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok.Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir. (Kaf Suresi, 6-11)

Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi? Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. (Gaşiye Suresi, 17-21)

O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık ve doğru gidebilsinler diye geniş yollar açtık. Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (Enbiya Suresi, 30-33)

Ölü toprak kendileri için bir ayettir; biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. Biz, orada hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık: Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine de şükretmiyorlar mı? Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir. (Yasin Suresi, 33-36)

Şüphesiz, mü’minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah’ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır. İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler? (Casiye Suresi, 3-6)

Allah’ın Varlığının Geniş Kitlelere Anlatılması

Şu ana kadar görüldüğü gibi Kuran’da tebliğ konusunda çeşitli yöntemler sunulmuş, hangisinin tercih edileceğinin belirlenmesi ise müminin aklına ve vicdanına bırakılmıştır. Örneğin Kuran’ın birçok ayetinde birebir bir tebliğden bahsedilirken, bazı ayetlerde de insanlara toplu tebliğ yapılabileceğine işaret edilir. 

Peygamber kıssalarının çoğunda, peygamberlerin kavimlerine toplu anlatımlarda bulunduklarını görürüz. “Ey kavmim...” ifadeleriyle başlayan bu ayetlerle kitle tebliğinin hikmetlerine de dikkat çekilmiştir. Bu konuya dikkat çeken ayetlerden biri Ad kavmi ile ilgilidir:

Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi. (Araf Suresi, 65)

Bazı insanlar çoğunlukla karşı fikirde olan birinden etkilenmiş olmayı ilk anda gururlarına yediremezler, ya da önyargılı düşündükleri için duydukları doğru bile olsa hemen kabul etmeye yanaşmazlar. Bu nedenle bu tarz bir bakış açısı içerisinde olan bir topluluğa bireysel olarak değil, toplu bir tebliğ yapmak çok daha verimli sonuçlar verebilir. Hemfikir oldukları arkadaşlarının ya da yandaşlarının vereceği olumlu bir tepki diğerlerini de olumlu yönde etkileyebilir. Dolayısıyla bazı durumlarda topluluğun psikolojisi gözönüne alınarak, daha etkili olması amacıyla bu yöntem uygulanabilir. 

“Ana Yerleşim Merkezleri”

Senin Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. (Kasas Suresi, 59)

Allah'ın dinini tebliğ eden peygamberlerin, her dönemde ana yerleşim merkezlerine gönderilmeleri müminler için yol gösterici niteliktedir. Kuşkusuz bunun çok fazla hikmeti vardır. Önemli noktalara ağırlık verip daha sonra bu ağırlık noktasının genişletilmesi her zaman için daha etkilidir. Tarih boyunca görüldüğü gibi iman edenler din ahlakını anlatmaya öncelikle yakın çevrelerinden başlamışlardır. Onlar din ahlakının sunduğu güzellikleri tam olarak kavradıklarında da biraz daha geniş bir çevreye yönelmişlerdir.

Ana yerleşim merkezleri Kuran'da dikkat çekildiği üzere genelde kavmin önde gelen inkarcılarının bulundukları yerlerdir. Kavmin önde gelen inkarcıları ise küfürde ve azgınlıkta da başı çeken insanlardır. Bu yüzdendir ki tarih boyunca peygamberler Allah'tan korkup sakınmayı ve güzel ahlakı ilk olarak bu insanlara tebliğ etmişlerdir. 
Öncelikle kavmin önde gelenlerini dine davet etme konusunda Kuran’dan bir örnek, Allah’ın Hz. Musa’yı tebliğ için ilk olarak Firavun’a yollamasıdır:

Musa’nın haberi sana geldi mi?
Hani Rabbi ona, kutsal vadi Tuva’da seslenmişti:
Firavun’a git; çünkü o, azdı.
Ona de ki: “Temizlenmek ister misin?”
Seni Rabbine yönelteyim, böylece (O’ndan) korkmuş olursun. (Naziat Suresi, 15-19)

Bunun hikmeti ise açıktır. İnkarda önderlik eden insanlar inandıkları felsefeleri yıkılarak bozguna uğradıkları takdirde, onlara tabi olan insanlar da bundan etkileneceklerdir. 

Zenginlik ve İhtişamın Tebliğdeki Etkisi

Tebliğde izlenecek olan yöntemler ve anlatılacak olan konular kadar, ortamın özenli olarak seçilmesi de oldukça önemlidir. Aslında bu, tebliğ söz konusu olsa da olmasa da, müminlerin dünyada cennet ortamına en yakın şartları oluşturmaya çalışmalarının doğal bir sonucudur. Çünkü müminler Kuran ayetlerindeki estetiğe ve sanata yönelik işaretlerden ve cennet tasvirlerinden anladıklarını, dünyada da yaşadıkları ortamlara uygulamaya çalışırlar. Kuran’da cennete yönelik olarak bahsi geçen köşkler, bahçeler, pınarlar, tahtlar ve daha pek çok dekorasyon şekli son derece ihtişamlı, etkileyici ve insan ruhunun en çok zevk alacağı şekildedir. Bu nedenle müminler de, Kuran’da işaret edilen tarzda bir estetik anlayışını benimserler.

Öte yandan Kuran’da, tebliğde de zengin ve ihtişamlı bir ortamın seçilmesinin olumlu etkisine dikkat çekilmiştir. Böylelikle dini yeni tanıyan kişi de, müminlerin hayat tarzını, yaşadıkları ortamdaki cennet özelliklerini görebilmelidir ki, kalbi dine kolayca ısınsın ve Kuran’ın hayata ilişkin her yöndeki uygulaması gibi, bu konunun da uygulamalı şeklini görebilsin. 

Kuran ayetlerinde bu konuyla ilgili olarak verilen bir örnek Hz. Süleyman’la ilgili kıssada geçer: 

Ona: “Köşke gir” denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: “Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir.” Dedi ki: “Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” (Neml Suresi, 44)

Sebe Melikesi ve halkının güneşe tapmakta olduklarını haber alan Hz. Süleyman, onları Allah’a ve dine teslim olmaya davet etmiştir. Hz. Süleyman’ın yollamış olduğu tebliğ mektubu üzerine onun sarayına giden Melike, köşkün ihtişamı ve zenginliği karşısında çok etkilenmiştir. Bu zevke duyulan hayranlık, onun Hz. Süleyman’a tabi olmasına vesile olmuştur. 

Ayette köşkün zemininin saydam olduğuna ve Sebe Melikesi’nin burayı su sanarak eteğini toparladığına dikkat çekilmiştir. Hz. Süleyman’ın sarayının bu özelliği, cennet tasvirlerinde anlatılan “altından ırmaklar akan köşkleri” andırır niteliktedir ve dünya şartlarındaki haliyle de olsa, tebliğ yapılan kişi üzerinde hemen etkisini göstermiştir. Etrafında gördüğü güzelliklerin derin bir akıl ürünü olduğunu fark eden Sebe Melikesi, başlangıç olarak bu vesileyle dinin üstünlüğünü görebilmiştir. 

Diğer yandan tebliğ yapılan mekanın estetiğiyle ve temizliğiyle kusursuz olması psikolojik rahatlık açısından da son derece önemlidir. Aydınlık, ferah, estetik olarak döşenmiş ve temiz ortamlar, bir nevi, müminin dengeli ve huzurlu yapısını yansıtır ve karşı tarafı da olumlu yönde etkiler. Karanlık, kasvetli, uyumsuz ve dağınık bir ortam ise farkında olsa da olmasa da her insanın ruhuna sıkıntı verir.

Ama şunu da unutmamak gerekir ki kişiye anlayışı (hidayeti) veren Allah’tır. Bu ortamların hazırlanması yalnızca bir dua niteliğindedir. Tüm bunlara rağmen kişi iman etmeyebilir. Önemli olan müminlerin Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla çaba harcamaları ve tebliğ ibadetlerini yerine getirmeleridir. İman edenler yaptıklarının asıl karşılığını ahirette alacaklarını umut ederler.

Tebliğde Dış Görünümün Önemi

Müminler fiziki görünümleriyle de Kuran ahlakını yaşadıklarını gösterirler. Allah Kuran’da estetiğe, beden temizliğine, temiz kıyafetlere dikkat çekmiş ve güzel ahlakın bir gereği olarak müminlerin bu tavsiyelere de titizlikle uymasını emretmiştir. İşte Kuran ahlakını anlatan müminin bu konuda da Allah’ın tüm emir ve tavsiyelerini uygulaması karşı tarafta olumlu bir etki bırakır. 

Öte yandan önemli bir konuya dikkati yoğunlaştırabilmek ancak zinde ve rahat bir psikolojiyle mümkündür. Bu yüzden Allah’ın ayetlerini anlatan kişinin üzerinde dikkat dağıtacak nitelikte, rahatsız edici hiçbir unsur olmaması, onu dinleyen kişinin tüm dikkatini anlatılanlara verebilmesini sağlayacaktır. Bedeni ve giysileri bakımsız olan bir kişi, karşısındaki insanda daha en baştan olumsuz ve itici bir etki oluşturur. Ancak Kuran’a ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uyan bir müminin görünümü, göze son derece hoş gelir. Temizliği ve bakımı ise son derece dikkat çekici niteliktedir ve karşı taraf üzerinde hayranlık ve saygı uyandıran bir etki bırakır. 

Tebliğde İkramın Makbuliyeti

Kuran’ın işaretlerinden anladığımız bir başka nokta da kalbi dine ısındırılacak olan kimselere güzel ikramlarda bulunulmasıdır. Aslında bu, tebliğ söz konusu olsun ya da olmasın müminlerin doğal yaşantıları içerisinde tüm insanlara yönelttikleri bir tavırdır. Çünkü Kuran ahlakı, müminlere, karşılarındaki kişi daha önce hiç tanımadıkları bir yabancı dahi olsa nezaketli ve ince düşünceli olmayı öğretir. Daha önceki bölümlerde de bahsedildiği gibi Hz. İbrahim evine gelen misafirlere, daha önce hiç tanımadığı ve görmediği kişiler olmalarına rağmen, hemen ikramda bulunmuştur.

Allah Kuran’ın bir başka ayetinde de, sadakaların kimler için olduğunu açıklarken, bunların arasında “kalpleri dine ısındırılacak olanları” da saymıştır. (Tevbe Suresi, 60) Bu nedenle, tebliğ yapılan kişi için yapılacak her harcama da Kuran’ın tavsiyesine uygun olacaktır.
Diğer yandan önemli bir konuyu dikkat vererek dinlemek de, anlatmak da hem enerji hem de zindelik gerektiren faaliyetlerdir. Uzun süre dikkat yoğunlaştırarak anlatılanları dinlemek, hem fiziki hem de zihinsel açıdan bir bitkinliğe sebep olabilir. Bu arada yapılacak güzel bir ikram, ortama hem hareket getirecek hem de dağılan dikkatin yeniden toplanabilmesini sağlayacaktır. 

Din Ahlakını Anlatmada Samimiyetin Önemi

Kuran’da faydalı olabilecek pek çok tebliğ yöntemi anlatılmış ancak tüm bunları asıl etkili kılacak olan şeyin ise, samimiyet olduğu vurgulanmıştır. Kuran’da vurgulanan bu samimiyet anlayışı, cahiliye toplumundaki bilinen şeklinden oldukça farklıdır. Bu samimiyet, kişinin ilk olarak, anlattığı şeylere kendisinin inanması ile ortaya çıkar. Aksi takdirde kendi anlattıklarına kendisi inanmayan, Allah’ın tavsiyelerini uygulamayan bir kişinin anlatımındaki samimiyetsizlik, anlatım şeklinden rahatlıkla anlaşılır. 

Ancak, anlattıklarına gönülden inanan ve bunları yaşayan insanın durumu çok farklıdır. Örneğin ahiretin varlığına kesin iman eden bir kimse, cehennemi kesin bir gerçekten bahsettiğini bilerek anlatır. Anlatırken hissettikleri, yüzünden, gözünden, ses tonundan ve tavırlarından hemen anlaşılır. Bu ise karşı tarafın da cehennemi aynı gerçeklik ve korkuyla algılayabilmesini sağlar. Yoksa cehennemin varlığını henüz kendisi kavrayamayan bir insanın anlatımı, onu dinleyen kişi üzerinde de olumsuz bir etki bırakabilir. Bu nedenle, kişinin anlattığı şeyleri tüm tavırları, ahlakı ve yaşantısıyla destekliyor olması gerekir. 
Bu konuda unutulmaması gereken bir başka nokta da samimiyetin asla ve kesinlikle taklidi olarak elde edilemeyen ve tamamen gerçek iman ile kazanılan bir özellik olmasıdır. Kuran’da peygamberlerin bu özelliklerine pek çok ayet ile dikkat çekilmiştir. Öyle ki peygamberlerin benzersiz samimiyeti ile karşılaşan inkarcılar, onların tavır ve konuşmalarında kendilerini etkileyen şeyin ne olduğunu anlayamamışlar, bunun üzerine “büyücü” iftirası atmaya dahi kalkışmışlardır.

Anlatım Çarpıcılığı

Tebliğde samimiyet kadar etkili olan bir başka özellik de hikmet, yani özlü ve etkili konuşmadır. Özlü anlatım, bir konunun, esas vurgulanması gereken yönü ile anlatılarak, gereksiz detaylara girmeden kısa ve çarpıcı cümlelerle ifade edilebilmesidir. Allah tebliğde hikmetli anlatımın önemine şöyle dikkat çekmiştir:

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)

Ancak hikmetli anlatımın şartı yine samimiyettir. “Kime dilerse hikmeti ona verir; Şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir...” ayetiyle, hikmetin de, samimiyet gibi taklidi olarak kazanılamayacağını, ancak Allah’ın dilemesiyle verildiğini anlıyoruz. (Bakara Suresi, 269) Allah Kuran’da hikmetin Kendi Katı'ndan bir nimet olarak verildiğini bildirerek, anlatım çarpıcılığının önemine işaret etmiştir. Bununla ilgili bazı ayetler şöyledir:

O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir ‘hüküm ve hikmet’ ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları işte böyle ödüllendiririz. (Kasas Suresi, 14)

Onun mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik. (Sad Suresi, 20)

…Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti… (Bakara Suresi, 251)

…Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)


(Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) “Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut.” Daha çocuk iken ona hikmet verdik. (Meryem Suresi, 12)